Monday, October 11, 2010

Büyükada ve Adalar Müzesi



İstanbul’a bu kadar yakın olup da, gittiğinizde kendinizi istanbul’a bir o kadar uzak hissettiğiniz tek yerdir prens adaları. Uzaktan anlamaya çalışırız, her birimizin içini farklı doldurduğu İstanbul’u.

Büyükada’da doğmuş ve büyümüş biri olarak, başından çok şey geçmesine rağmen, benim bildiğim ve gördüğüm kadarıyla, en kötü dönemini şuan yaşıyor diyebilirim Büyükada.

Adalar Müzesi’nde öğrendiğim bilgiye göre, 1960 senesinde 19.834 ile rekor kıran toplam nüfus, 2009 itibariyle 14.341.


Herkesin konuştuğu, tartıştığı bir durum söz konusu. Adalar belediyesi farklı bir siyasi partiden olduğu için, hükümet doğru düzgün yardım/yatırım yapmıyor. Edebiyatımızda yerini bulmuş, şarkılara konu olmuş ada vapuru bile kaldırılmış durumda. Onun yerine, Bostancı-Büyükada seferleri, üzerlerinde "ada vapuru" yazan!?!? motorlarla yapılmakta. Büyükada’da kaldırımda yürümeye imkan yok, çoğu sokağın kaldırımı dökük vaziyette. Yazın, hafta sonu adaya gittiğinizde, çoğunlukla Arap olan turistlerin kalabalığından, fayton kuyruğu için 1 saat bekleyebiliyorsunuz, faytonlar turistlerden daha çok para kazanabildikleri için, adalı vatandaşların ulaşımını sağlarken burun kıvırabiliyorlar. Turistler esnafa güzel para kazandırırken, esnaf dışında adanın kendisi hiçbir şey kazanmadığı gibi, oluşan kirlilikten ötürü, ada, doğal güzelliğini de yavaş yavaş kaybediyor. Sokaklar ne kadar sıklıkla yıkanıyor bilmiyorum, fakat yol kenarlarındaki at pisliği her geçen gün artıyor. Eskiden fayton dışında çok az araba geçerken -çöp arabası, polis arabası, ambulans, motosiklet- belediye bu arabaların sayısını arttırmış durumda, ve sokak aralarında hızlı ilerlemelerinden ötürü faytoncular da şikayetçi.


Anlayacağınız, vergisini ödeyen, adalı vatandaşlar adeta kendi yuvasında cezalandırılıyor.

Adalar belediyesine, herhangi bir sorundan ötürü gittiğinizde ise “hanımefendi, bunlarla Büyük Şehir Belediyesi ilgileniyor, dilekçenizi ona veriniz” tepkisiyle karşılaşabiliyorsunuz. Bugün git yarın gele bile razıyken size sunulan şey, haydi eyvallah bir daha da gelme...

Her ne kadar bunlar beni her adaya gittiğimde üzse de, her şeye rağmen adalarda güzel şeyler olmuyor mu? Neyse ki oluyor, birileri uğraşıyor, çabalıyor ve başarıyor.
 
 
 
 

Adalar Müzesi

Büyükada’da yapılacak bir sürü şey var. Bunlardan bir kaçını hemen sayayım.


Denize girmek; bisiklet kiralamak; sahildeki balıkçılarda -Milto, Lido ya da Alibaba- rakı balık keyfi yapmak; Kardeşler Şarküteri’den sıcak bir patates kroket yemek; Yunus Dondurma’dan vişne ağırlıklı dondurma yemek; bir bardak acılı turşu suyu ile turşu yemek; Fıçı’da bira, patates, kokoreç -seviyorsanız- üçlüsünü tüketmek; Aya Yorgi kilisesine çıkıp adak adadıktan sonra, yan tarafındaki muhteşem manzaralı –bi taraftan güneş batıyor, diğer taraftan ay yükseliyor- restaurant’da et şiş, sucuk, patates, bira tüketmek; Aya Yorgi’den önce faytonla ada turu yapıp özellikle Nizam tarafındaki evlere bakıp bakıp iç geçirirken, eğer büyük tur istediyseniz deniz manzarasına doymak; bir de son olarak, adalar müzesini ziyaret etmek.

Evet bunların hepsini sık sık yaparken, bu sene yapılacaklar listeme giren en son şey adalar müzesi’ni ziyaret etmek oldu. İstanbul’da yapılan her bir müze, tiyatro salonu, kültür alanı oluşumuna katkıda bulunan her bir birey/kuruma teşekkür ediyorum.




Adalar Müzesi’nde, adaların oluşumundan bugüne kadar olan tarihini, adalarda yaşanmış iz bırakan hikayeleri, yazarların/düşünürlerin adalarla olan etkileşimini, manastırlar/yetimhaneler hakkında bilgileri, sürgünleri –sanırım bu sürgünlerden en güzeli bir imparatoriçe’nin adada kendi yaptırdığı manastıra sürülmesi- Marmara denizi hakkındaki bilgileri öğrenmeniz mümkün.

Kesinlikle görülmeli. Görsellik açısından çok fazla şey beklemeyin, fakat adalar hakkında tam anlamıyla bilgi sahibi olmak için bir sürü kitap okumak yerine, müzede birkaç saat geçirin yeter.

Büyükada hakkında söylenecek çok söz var, çok fazla duyguya hitap eder Büyükada. Yalnızlığı, güzelliği, özgürlüğü, doğayı, samimiyeti, dostluğu, gençlik ruhunu, yaşlılık huzurunu, çocukluk aşkını yaşatır Büyükada. Dondurman yere düştüğü zaman ağladığın, bisiklete binmeyi öğrendiğin, Rum, Yahudi, Müslüman... dostlarla çocukluğunu paylaştığın, açık hava sinemasında çekirdek çıtlattığın, sinemada gezinen abiden frigo satın aldığın, dansa davet, saklambaç, yerden yüksek oynadığın, ilk aşkını yaşadığın, son aşkını yaşadığın, Kürt böreğinden vazgeçemediğin, denize/oksijene doyamadığın, davetlerde upuzun sofralar kurduğun, selam dolu uzun yürüyüşler yaptığın yerdir benim için Büyükada.
 
Fotoğraf, Yahya Kemal Dostlarıyla. Yahya Kemal Enstitüsü Arşivi, Adalar Belediyesi

“Yüreğim sızlayarak gözlerim afaka dalar,

Yâda geldikçe çiçeklerle dolu şen Adalar.

Leblerim sineni, çeşmim gene mehtabı arar.

Yâda geldikçe çiçeklerle dolu şen Adalar.”

Ahmet Refik Altınay



“Ey Sebz ü mutarra Ada, ey hâk-i muattar!

Ey Tur yolu, ey korkulu uçurumlar!

Ey gönlüme hasret düşüren kumlu sevahil!..

Ey Dil’deki çılgın, mütehalik cevelanlar..”

Recaizade Mahmut Ekrem
 
 
.




No comments:

Post a Comment