Salona ilk girdiğimizde 1900’lü yılların resimleriyle karşılaşıyoruz. Manzara resimleri, portreler ve uçuk renkler... Bu dönemde Islahat hareketleriyle batılılaşma sürecine giren Osmanlı Devleti padişahları, resim sanatına önem vermeye başlıyorlar. 1930 yıllarında, batıdan etkilenen ressamların çalışmalarında kübist ve naturalist etkiler gözükmeye başlıyor. Abidin dino, Hamit Görele, Şeref Akdik, Hale Asaf çalışmalarını görebileceğimiz dönemin santçılarından bazıları. 1950 yıllarında ise soyut sanat anlayışıyla, Selim Turan, Hakkı Anlı gibi sanatçıların çalışmalarını izliyoruz. 1960 yıllarında soyut anlayışa figüratif anlam ekleniyor. Ressamlar insan bedenine dair ve toplumsal, gerçekçi resim anlayışını benimsiyorlar. Bir yandan Nedim Gunsur gibi resimlerinde sosyal yaklaşımları ele alan sanatçıların eserleriyle karşılaşırken diğer yandan Adnan Varınca ve Orhan Peker gibi çalışmalarına ironik bir kimlik ekleyen sanatçıları inceleyebiliyoruz. 1970'lerde varoluşsal kaygılar ortaya çıkarken, 1980’lerde çalışmalarını incelediğimiz Bedri Baykam İsmet Doğan ve Arzu Başaran gibi sanatçılar, topluma yön gösterme misyonundan vazgeçiyorlar. 1990 yıllarında ise Nur Koçak, Tomur Atagok gibi sanatçıların işlerinde modernizmin etkilerini görmeye başlıyoruz.
GELELİM 2000’Lİ YILLARA...
2000’li yıllarda resim sanatı küresel bir boyut kazanıyor. Farklı coğrafyaları gezen sanatçılar ve onların farklı coğrafyalarda gösterilen çalışmaları kitlelere ulaşabiliyor. Sanatçılar, resim, video, enstalasyon ve fotoğraf çalışmaları sergiliyorlar. Haluk Akakçe, Hussein Chalayan, İnci Eviner, Taner Ceylan ve Nezaket Ekicinin birbirlerinden farklı kavramlardaki çalışmalarını görüyoruz.
"Pastacı Yamağı"
Sergideki zaman sürecini kısaca anlatmamın bir nedeni bu eseri gördüğümdeki hissettiklerimi size aktarabilmekti. Zaman tünelinde ilerlerken, köşeyi döndüğümüz an karşımıza çıkan bir çocuk var. Bundan önceki, yavaş yavaş gezdiğim, yazılarını okuduğum, notlar aldığım bütün çalışmaların amacı sanki bu çocuğu gördüğüm andaki hissettiklerimin oluşması. 2006 yılında ortaya çıkmış, Serkan Özkaya’nın “Pastacı Yamağı” çalışması. Çocuk düşmek üzere, belki de yardım etmemiz için orada bekliyor. Çocuğun elinden yumurtalar havaya uçmuş ve biz sanki o an onun fotoğrafını çekmişiz. Ya da çocuğu düşmekten kurtarmak için zamanı dondurmuşuz ama zamanı, tam gerçekleşecek olan felaket anında durdurmuşuz. Ve bunu yapabildiğimiz için kendimizi güçlü hissediyoruz. Bunu yapabilmek bize dinginlik veriyor, her şey aslında bizim kontrolümüzde. Bir önceki eserlerin zıttına, gündelik hayattan bir kesit gözlerimizin önüne serildiği için kendimizi tam anlamıyla sanatın içinde hissedebiliyoruz, “an’ın sanatı”yla karşı karşıyayız, takılı kalmış bu anın içinde gezinebiliyoruz.
Bu çalışmayı gördüğüm an, zaman kavramı üstüne düşünmeye başladım. Aslında bu serginin sonsuza dek sürebileceğini fark ettim. Her sene bu sergiye yeni çalışmalar eklenebilir. Bu biraz kavram karmaşıklığı yaratabileceği gibi yeni kavramları da beraberinde getirebilir.
Şuan müzede gösterilen 3 serginin -Yeni Yapıtlar Yeni Ufuklar, Gelenekten Çağdaşa, İçimizdeki Zaman- birbiriyle bağlantılı düşünülebileceğini size daha önceki yazımda belirtmiştim. Yeni Yapıtlar Yeni Ufuklar sergisini gezmeyi bitirdikten sonra, müzenin aşağı katında gezdiğim Fotoğraf Galerisindeki “İçimizdeki Zaman” sergisi zaman kavramı üstündeki düşüncelerimi daha da yoğunlaştırdı.
No comments:
Post a Comment