İş yerimin İstanbul Modern Sanat Müzesine yakın olması, 1 saatlik bile olsa kendi gerçekliğimden uzaklaşıp, başka dünyalarda gezinmemi sağlıyor. "Hafta arası iş zamanı haftasonu gezme" kavramı benim için her zaman uzak olmuştur, bence ikisi hep bir arada olmalı, iş çıkışı bira içme, müze gezme, etkinliklere ve konserlere katılma, haftasonu gerekirse evde sabah halledemediğiniz işleri halletme.. Tabi ki hiçbir yere kıpırdayamadığınız, mesai saatlerini uzattığınız çok yoğun haftalar olacak ama o haftayı geride bırakıp tekrardan kendinizi toparlamalı ve yeni bir yıla başlarken nasıl kararlar alıp eski sorunları geride bırakmaya çalışıyorsanız –başarıyorsunuz ya da başaramıyorsunuz ama çabalıyorsunuz- bu çaba yıllık yapılırken aylık hatta haftalık bile yapılmalı.
İstanbul Modern Sanat Müzesi’ni çok seviyorum, beğeniyorum ve başarılı buluyorum. Müze, modern mimarisiyle, içeriye girdiğinizde aydınlık ve beyaz ambiansıyla, sürekli olarak kendini yenilemesi, zamanı yakalaması ve çağa ayak uydurmasıyla taşıdğı modern kimliğe sadece sergileriyle sahip çıkmıyor aynı zamanda kendi yapısı ve yaşadığımız dönem içersindeki değişimiyle de bunu gerçekleştiriyor. Aslında tarhi İstanbul’un tam ortasında yer alması, müzeden bakıldığında görünen eski İstanbul evleri, yanında bulunan camii güzel bir tezatlık oluşturuyor ve müze İstanbul’un çağdaş yönünü bize yansıtıyor.
Müzenin bir de restaurant-cafe’si var. Müzeyi gezerken ara vermek, muhteşem boğaz manzarası eşliğinde güzel bir şarap içip deniz mahsullu mezelerden, güzel bir et yemeğinden ya da hafif sote sebzelerden yemek isterseniz tam size uygun bir yer. Sadece barında oturup bira ya da mojito da içeblirsiniz ya da hava güzel ise dışarıya oturup kahve keyfi de yapabilirsiniz.
Sergiler 1 saatte birtmiyor tabi ki, sergiyi bölümlere ayırıp birkaç gün üstüste 12.30-13.30 arası gezince hem bir seri oluşturmuş oluyorum hem de o günkü hal, tavır, düşünce ve hislerime göre yorumlarım, algılamalarım ve fark ettiklerim değişiyor.
İstanbul Modern Müzesinde 3 sergi gezdim, “Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar”, “Gelenekten Çağdaşa” ve “İçimizdeki Zaman”. Video programı “Akla Dönüş”ü izleme zamanı henüz bulamadım. Asıl beni heyecanlandıran süreli sergi salonundaki Gelenekten Çağdaşa sergisi olsa da, o sergi konusunda çok fazla hayal kırıklığına uğradım o yüzden burada çok fazla değinmeyi düşünmüyorum. Aslında bu 3 sergi de birbiriyle bağlantılı gözüküyor. “Yeni Yapıtlar Yeni Ufuklar” sürekli sergi salonunda bulunuyor ve 134 sanatçının 200 yapıtı yer alıyor. 1900’lardan günümüze kadar uzanan bir zaman tünelinde ilerliyorsunuz, her bölmede başka bir dönem ele alınıyor ve o dönemde türk sanatının nasıl bir değişimden geçtiğini duvar kenarlarında yazan kısa metinlerle öğrenebiliyorsunuz. Bence asıl bu serginin adının Gelenekten Çağdaş’a olması gerekiyormuş. Çünkü süreli salondaki o kadar küçük, anlamsız ve amacına ulaşmamış ki sadece gezmiş olmak için gezdim diyebilirim. Örneğin yukarıdaki salonda 2000’li yılların çağdaş sanatına kadar ele alınabilir, 2000’den sonra ise aşağıdaki süreli salonda modern işerin büyük bir kısmı sergilenebilirdi ve sergilenen çalışmaların sürekli değişmesiyle gerçekten “çağdaş” bir etki yaratılabilirdi. Böylece birbirleriyle sadece bağdaşan sergi değil de birbirlerini tamamlayan sergiler oluşturulmuş olurdu. Birbirleriyle bağdaşan sergiler dememin nedeni, yukarı salonda Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar Sergisinde zaman yolculuğu yaparken aşağı indiğinizde Gelenekten Çağdaşa sergisiyle sanki o yolculuğun kısa bir özetini görüyorsunuz, sonra da "İçimizdeki Zaman" fotoğraf galerisinde ise akıp giden her bir zaman diliminin içerisinde içinizde yaşadığınız değişimin fotoğraflarla anlatılan halini inceliyorsunuz.
Bir dahaki post’umda “Yeni Yapıtlar ve Yeni Ufuklar” sergisine kısaca değineceğim. Uzun zamandır yürüklükte olan bu sergiye henüz gitmediyseniz biran önce gitmenizi öneriyorum.
No comments:
Post a Comment