Sunday, May 9, 2010

Camera Obscura - Gılgamış Destanı

Fotoğrafla ilgilenmeye başladığınız an ilk karşınıza çıkan kavramlardan biri “camera obscura”dır.

Camera obscura yani karanlık oda, aslında bir objenin ekrana yansımasını sağlayan ve fotoğraf makinesinin ortaya çıkışına yardımcı olan bir alettir.

Her tarafı kapalı, hiçbir şekilde içi ışık almayan bir kutuya delik açıldığı zaman, kutunun içerisine giren ışık, dışarıdaki görüntüyü, ters çevirerek, hiçbir perspektif bozulması yaratmadan ve renkli bir şekilde, deliğin karşısındaki alana yansıtır. Bu teknik, eskiden ressamların, eserlerini oluştururken sıklıkla kullandığı bir tekniktir.

Camera Obscura’nın tarihi çok eskilere dayanır. Tarihin en eski yazılı destanı olan, Uruk kralı Gılgamış’ın 12 kil tablete yazmış olduğu Gılgamış Destanı’nın bir bölümünde, camera obscura'daki olayın birebir anlatıldığını görürüz:

Yazın sıcağında yemeği fazla kaçırmış ve yatmış uyumuştu adam. Serin olsun diye iki gün önce taktığı ahşap kepenkleri kapatmış, odayı karartmıştı. Bu bunaltıcı havada çok yenp yatırılırsa herkes düşler görür ve pelteleşir, Gılgamış ve Enkidu ile serüvenlere girişir. Uyumakla uyanmak arasın gözlerini aralarken, duvarda baş aşağı sallanan kavakları akan suyu ve geçip gidenleri görmüştü adam. Gözlerini ovuştrur ve tekrar bakar. Kalkar, duvarı eller. Hepsi oradadır ve dışarıda esen rüsgarla sallanmaktadır. Şaşlınlığı korkuya dönüşür. Cinler mi basmıştır evini?”

2 comments:

  1. merhabalar, bu posttaki alintiyi destanin hangi baskisindan / versiyonundan aldiniz? metnin kendisinde boyle bir olaya dair birsey bulamadim. kaynaginizi yazarsaniz sevinirim.

    ReplyDelete
    Replies
    1. bende aynı durumla karşılaştım. şayet kaynak daha spesifik halde belirtilip bilgi doğrulanırsa çok faydalı bir iş olacağını düşünüyorum.

      Delete