Monday, April 19, 2010

The LXD - "Dünyadaki İlk Online Dans Macerası!"


LXD, uzun adıyla “The Legion of Extraordinary Dancers”ı ilk defa Oscar Ödülleri sırasında izledim. Oscar’a aday olmuş film müzikleriyle inanılmaz bir performans sergilemişlerdi. Nefesimi tutarak televizyona bakakaldım. Tekrar tekrar izlediğim Oscar performanslarındaki en çok sevdiğim bölümlerin Up ve Avatar film müzikleriyle olanlar olduğunu belirtmek istiyorum. Birbirlerinden farklı yetenekleri olan her biri farklı ülkeden gelmiş dansçılar birlikte inanılmaz bir uyum sergiliyorlar. The LXD'nin TED 2010 videosunda yönetmen ve yazar Jon M. Chu, internet çağının nasıl dansın gelişimini ve yayılmasını sağladığını anlatıyor, her bir dansçıyı sahneye davet ederek LXD'nin tanıtımını yapıyor ve dansçıların her birinin yeteneğini teker teker bize gösteriyor.

2010 yılında büyük bir projeye imza atıyorlar. “The World’s First Online Dance Adventure” olarak tanıttıkları proje sanırım seriler şeklinde izleyeceğimiz “Moments” isimli bir filmden oluşuyor. Film Jon M. Chu tarafından yönetilmiş ve yazılmış. Düşünsenize, kelimeler yok, kullanılan bir dil yok, sadece hareketler, ifadeler, müzik ve dans var. Digital olarak dünyadaki herkese, dil engeli olmadan kolayca ulaşabilecek bir hikaye. Filmin ön gösterimini bile çok duygusal ve heyecan verici buldum, kendisini çok merak ediyorum ve izlemek için sabırsızlanıyorum.

Sunday, April 18, 2010

İstanbul Modern Sanat Müzesi - Zamanın İçinden Sergi, Çevreleyen Manzara, Keyifli Yemek


İş yerimin İstanbul Modern Sanat Müzesine yakın olması, 1 saatlik bile olsa kendi gerçekliğimden uzaklaşıp, başka dünyalarda gezinmemi sağlıyor. "Hafta arası iş zamanı haftasonu gezme" kavramı benim için her zaman uzak olmuştur, bence ikisi hep bir arada olmalı, iş çıkışı bira içme, müze gezme, etkinliklere ve konserlere katılma, haftasonu gerekirse evde sabah halledemediğiniz işleri halletme.. Tabi ki hiçbir yere kıpırdayamadığınız, mesai saatlerini uzattığınız çok yoğun haftalar olacak ama o haftayı geride bırakıp tekrardan kendinizi toparlamalı ve yeni bir yıla başlarken nasıl kararlar alıp eski sorunları geride bırakmaya çalışıyorsanız –başarıyorsunuz ya da başaramıyorsunuz ama çabalıyorsunuz- bu çaba yıllık yapılırken aylık hatta haftalık bile yapılmalı.

İstanbul Modern Sanat Müzesi’ni çok seviyorum, beğeniyorum ve başarılı buluyorum. Müze, modern mimarisiyle, içeriye girdiğinizde aydınlık ve beyaz ambiansıyla, sürekli olarak kendini yenilemesi, zamanı yakalaması ve çağa ayak uydurmasıyla taşıdğı modern kimliğe sadece sergileriyle sahip çıkmıyor aynı zamanda kendi yapısı ve yaşadığımız dönem içersindeki değişimiyle de bunu gerçekleştiriyor. Aslında tarhi İstanbul’un tam ortasında yer alması, müzeden bakıldığında görünen eski İstanbul evleri, yanında bulunan camii güzel bir tezatlık oluşturuyor ve müze İstanbul’un çağdaş yönünü bize yansıtıyor.




Müzenin bir de restaurant-cafe’si var. Müzeyi gezerken ara vermek, muhteşem boğaz manzarası eşliğinde güzel bir şarap içip deniz mahsullu mezelerden, güzel bir et yemeğinden ya da hafif sote sebzelerden yemek isterseniz tam size uygun bir yer. Sadece barında oturup bira ya da mojito da içeblirsiniz ya da hava güzel ise dışarıya oturup kahve keyfi de yapabilirsiniz.




Sergiler 1 saatte birtmiyor tabi ki, sergiyi bölümlere ayırıp birkaç gün üstüste 12.30-13.30 arası gezince hem bir seri oluşturmuş oluyorum hem de o günkü hal, tavır, düşünce ve hislerime göre yorumlarım, algılamalarım ve fark ettiklerim değişiyor.

İstanbul Modern Müzesinde 3 sergi gezdim, “Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar”, “Gelenekten Çağdaşa” ve “İçimizdeki Zaman”. Video programı “Akla Dönüş”ü izleme zamanı henüz bulamadım. Asıl beni heyecanlandıran süreli sergi salonundaki Gelenekten Çağdaşa sergisi olsa da, o sergi konusunda çok fazla hayal kırıklığına uğradım o yüzden burada çok fazla değinmeyi düşünmüyorum. Aslında bu 3 sergi de birbiriyle bağlantılı gözüküyor. “Yeni Yapıtlar Yeni Ufuklar” sürekli sergi salonunda bulunuyor ve 134 sanatçının 200 yapıtı yer alıyor. 1900’lardan günümüze kadar uzanan bir zaman tünelinde ilerliyorsunuz, her bölmede başka bir dönem ele alınıyor ve o dönemde türk sanatının nasıl bir değişimden geçtiğini duvar kenarlarında yazan kısa metinlerle öğrenebiliyorsunuz. Bence asıl bu serginin adının Gelenekten Çağdaş’a olması gerekiyormuş. Çünkü süreli salondaki o kadar küçük, anlamsız ve amacına ulaşmamış ki sadece gezmiş olmak için gezdim diyebilirim. Örneğin yukarıdaki salonda 2000’li yılların çağdaş sanatına kadar ele alınabilir, 2000’den sonra ise aşağıdaki süreli salonda modern işerin büyük bir kısmı sergilenebilirdi ve sergilenen çalışmaların sürekli değişmesiyle gerçekten “çağdaş” bir etki yaratılabilirdi. Böylece birbirleriyle sadece bağdaşan sergi değil de birbirlerini tamamlayan sergiler oluşturulmuş olurdu. Birbirleriyle bağdaşan sergiler dememin nedeni, yukarı salonda Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar Sergisinde zaman yolculuğu yaparken aşağı indiğinizde Gelenekten Çağdaşa sergisiyle sanki o yolculuğun kısa bir özetini görüyorsunuz, sonra da "İçimizdeki Zaman" fotoğraf galerisinde ise akıp giden her bir zaman diliminin içerisinde içinizde yaşadığınız değişimin fotoğraflarla anlatılan halini inceliyorsunuz.

Bir dahaki post’umda “Yeni Yapıtlar ve Yeni Ufuklar” sergisine kısaca değineceğim. Uzun zamandır yürüklükte olan bu sergiye henüz gitmediyseniz biran önce gitmenizi öneriyorum.



Thursday, April 15, 2010

Mutfak Dostları Derneği - Mübadil Yemekleri


Dernekleri, vakıfları seviyorum. Belirli bir konu için aynı amaçta, keyifte, ilgide olan farklı uğraşlarda, uzmanlaşmalarda, mümkünse farklı sosyal statüde olan insanları bir araya getiriyor. Böyle olunca da ortaya derneğin süregelen amacına ulaşmaya çabalamanın dışında değişik fikirler, değişik düşünceler, sorunlar, çözümler paylaşımlar ortaya çıkıyor.

Derneğin adı Mutfak Dostları Derneği. Kuruluşu 1990 yılına dayanan dernek 130 kişiden oluşmakta. Derneğin amacı Türk mutfağının korunması, tanıtılması, desteklenmesi şeklinde belirtilse de bana daha çok hem Türk hem de farklı mutfakların denenmesi, farklı yemek kültürlerinin tanınması, yemek üzerine güzel paylaşımlarda bulunulması ve bilgi edinmesi gibi geldi. Üye olmak için bir dernek asil üyesinin sizi referans etmesi gerekmekte. Daha sonra form doldurma, dernekle birlikte yemek yeme ve yönetim kurulu değerlendirmesi ve oylaması gibi bir süreci var. Üye olmanız durumunda da bordo renkli ve üzerinde MDD simgesi kaşık olan Regalyayı taşıma hakkına sahip oluyorsunuz.





Derneğe herhangi bir üyeliğim yok, üye olan bir arkadaşımın misafiri olarak Dost Yemekleri’nden birine katıldım. Yaş ortalaması yüksek bir ortam vardı, herkes çok şık aynı zamanda sohbete açıktı. Özellikle kokteyl sırasında, güzel manzara eşliğinde herkes birbiriyle tanıştı ve sohbet etti. Yemeğin konusu ise Mübadil Yemekleri. Mübadil, zorunlu göçlere maruz kalan insanlara denmekte. Balkan savaşları sonrasında Osmanlıların yenilgisi sonucunda on binlerce Müslüman doğduğu toprakları terk edip Anadolu’ya sığındı, aynı şekilde de Kurtuluş savaşı sonucunda yenilen Yunanlılar Anadolu’dan göç etmek zorunda kaldılar. Bu “zorunlu göçler” sonrasında kültür etkileşimi sonucu değişik yemekler ortaya çıktı ve kültürler birbirlerine memleketlerindeki yemeklerini aktarmaya başladılar. İşte mübadil yemekleri bu kültürlerin sahip olduğu mutfaklardan oluşuyor.

Mübadil Yemekleri Adile Sultan Yalısı’ndaki Borsa lokantasında yapıldı. Mekanın çok güzel bir manzarası var. Yemekler de epey güzeldi. Türk yemeklerine benzediği için menüde çok farklı seçimler yoktu en aklımda ve tat alma duyumda yer etmiş olanları enginar dolması ve kalamar dolması. Yunan adalarında yetişen değişik otlardan oluşan seçenekler de mevcuttu.

Tuesday, April 13, 2010

Wallpeople & Ezgi Genç’ten Çeyizlik Filmler


Cumartesi günü arkadaşlarla Milk Gallery’ede “wallpeople” adlı etkinliğe katıldık. Gitmeden önce proje bana çok değişik ve güzel gelmişti. Proje sosyal bir proje olup, dünyanın farklı yerlerinde gerçekleşmiş. Kısaca ve yorumsuz olarak özetlemek gerekirse galeride bulunan panoya çektiğin fotoğrafları yapıştırıyorsun. Etkinlikle ilgili detaylı bilgi okumadım ve kendime göre bir algı yarattım. Geçmişimdeki tüm fotoğrafları halımın üstüne serip, hangilerinden vazgeçip hangilerinden vazgeçemeyeceğime karar verdim. Anılara gittim, çocukluk fotoğraflarıma daldım, annemlerden kaçırmayı başardığım 80’ler fotolarına tekrardan bayıldım ve bu kültürel aktivitenin benim için daha galeriye gitmeden başladığını fark ettim hatta galeriye gidip bunu sosyalleştirmek için heyecanlandım. Benim gibi bir çok insanın benimle aynı zamanda kendi fotoğrafları arasında kaybolmasını düşünmek ayrıca hoşuma gitti.

Benim için önemli insanların fotoğraflarından seçmeceler yaptım. Seçimimi ya anılarımla bağdaştırarak yaptım ya da kişinin kendi karakteriyle. Bu şekilde fotoğrafını yapıştıracağım insanın da orada bulunmasa bile bu sosyal projeye dahil olmasını sağlayacaktım.



Galeriye gittiğimizde önce 18 Nisan’a kadar devam edecek olan sergiyi gezdik. Bu dönemde İstanbul’daki birçok galeri genç sanatçıların işlerini sergiliyor. Milk Gallery’de de Ezgi Genç’in “Çeyizlik Filmler” sergisi vardı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar öğrencisi olan Ezgi Genç film afişlerini kişisel yorumunu katarak keçeden tekrardan oluşturmuş. Sergideki işleri çok değişik bulmasam da beğendiğim filmlerin afişlerinin bu şeklide yorumlanmasını görmek, çocukça ve eğlenceli bir yaklaşımı hissetmek çok hoşuma gitti. Sergiyle etkinliği birbirleriyle bağdaştıracak olursak, galerinin içerisindeki panoya resimlerimizi asarak o gün için biz de “güncel” afiş oluşturmuş olduk. Filmin adını da herkes kendine göre koyabilirdi. Benim o günün sonunda karar verdiğim isim “Easier Not To See WithThe Dark Glasses” oldu.


Fotoğraf yapıştıran çok fazla insan yoktu. Oysaki benim hayalimde, sokakta bulunan devasa bir duvarda ilginç, saçma, güzel, çirkin fotoğrafların bulunması, fotoğraf yapıştıracak yer kalmaması, hatta o kadar çok fotoğraf olacak ki orda olduğunu bilmediğin arkadaşlarınınkini duvarda bulabileceksin gibi biraz gerçek üstü fikirler canlanmıştı. Oysaki biri içeride diğeri galerinin dışında olan iki tane panonun anca yarısı dolmuştu. İlerleyen zamanda ilgi daha arttı. Biz arkadaşlarla biralarımızı aldık, müzik koyuldu, galerinin dışında güzel sohbetli ve bol kahkahalı zamanımızı geçirmeye başladık. Fotoğraflarımızı astık. Ben projeyi kafamda çok daha değişik canlandırdığım için fotoğraflarımın hepsini asmamaya karar verdim. Günlük fotoğraflar dışında, profesyonel çekilmiş olanlar çok daha fazlaydı. Aralarında çok güzel fotoğraflar vardı. Fotoğraflar değiş tokuş yapıldı ve sonunda çok keyifli zaman geçirdiğimiz galeriden ayrıldık.

Monday, April 5, 2010

Modern Dans




Dansın ötesine geçmiş bir tür, modern dans. Vücudun dünyayla olan ilişkisini ortaya koyuyor. Vücudun, hareketlerin güzel gözükmesi, eğer topluca bir performans sergileniyorsa her hareketin aynı anda ve kusursuz yapılması, havalarda uçmalar, güzelliğin ön planda olması modern dansın özelliklerinden değil hatta karşı çıktığı kavramlar. Modern dansta, yükseğe ulaşmaya çalışmaktan ziyade yerle bütünleşiyorsun, yeri kullanıyorsun. Özgürsün. Hareketlerinin mükemmelliği sergilemesine gerek yok, alanını özgürce, kısıtlamalar olmadan kullanabiliyorsun. Amaç, güzelliği ve kusursuzluğu izleyiciye kanıtlamak yerine ona bir şeyler anlatmaya çalışmak, onu rahatsız ederek istenilen duyguyu vermek, şaşırtmak hatta aklını allak bullak etmek. Koreografilerde vücudun güzelliği derin ve karmaşık duyguların anlatılması için kullanılıyor. Özgürlük, sınırsız hareketler, vücudun kendi ötesine geçmesi, hissettirilen duygu, anlatılan konu, şaşırtıcı bir müzik derken ortaya inanılmaz bir uyum ve seyircinin aklında oluşturulan karmaşıklık ve farkındalık çıkıyor.

2 hafta önce Zeynep Tanbay Dans Projesi - Araz’ı izlemeye gittim. Türkiye’de modern dansın daha güzel yapıldığı bir gösteri şu zamana kadar izlememiştim. Bunu izlemekte nasıl bu kadar geç kaldım hala anlamıyorum. Caddebostan Kültür Merkezi'nde gerçekleşen gösteriye tahminimden çok daha fazla ilgi vardı. Koreografi, konu, müzikler, ışığın kullanımı, dansçılar, her şey çok başarılıydı. Topluluk üniversite ve yüksek lisans öğrencilerinden oluşuyor ve çoğu, okulda ya da başka etkinliklerde dans eğitmeni olarak da görev yapıyor. Aksanat, Türkiye’deki modern dans açığını kapatarak, projede görev alan dansçılar tarafından hafta arası verilen her seviyede dersler düzenliyor. Derslerin verildiği Beyoğlu’nda bulunan Aksanat’ın üst katındaki dans stüdyosu çok kaliteli ve 10 kişinin rahatça dans edebileceği bir alana sahip. Gösteriyi izledikten sonra arkadaşımla “biz de bir şekilde bunun bir parçası olmalıyız dedik” ve başlangıç seviyesindeki kurslardan birine katıldık. Kursların fiyatı her katılım için 10 lira. Dönemlik bir ödeme yapmadığınız için katılamadığınız kurslar için para açısından kaygılanmanıza gerek yok. Ders daha çok teknik ağırlıklıydı ve eğitmen hepimizle ilgilenmeye çalıştı. Dans teknik ilerlediği için herhangi bir duygu ve düşünceyi hareketlerimize katamadık. Bu bana biraz eksik geldi ama sadece tek bir eğitime katıldığım için böyle bir yargıda bulunmak yanlış olur. Aslında kurslar ekim ayında başlıyormuş biz kursun ortasında olaya atlamış olduk. Üniversitede 3 senelik modern dans eğitimim olduğu için herhangi bir zorlanma yaşamadım. Sadece eve gittiğimde bacaklarım ve sırtım inanılmaz ağrıyordu, tüm kaslarım bu aktiflik karşısında şok oldular. Eğitimlere katılmaya devam ediyorum. İlerleyen zamanlarda sizi kursların gidişatıyla ilgili bilgilendireceğim, böylece kendisine yeni bir dünya yaratmak isteyenler Ekim ayında kurslardan birine başlayabilirler.

Friday, April 2, 2010

Markasızlığa Doğru

Markasızlığa Doğru Gidiş

İnsanların neye değer verdikleri zamanla değişmeye başladı. Kaliteye, gösterişe verilen değer gittikçe azalıyor. Orta sınıf mensubu insanlar artık “discount market” a yönelmeye başladılar. Mağzanın başında İNDİRİM yazısı olmadığı zaman insanlar içeri sadece uzaktan bakıyorlar, 1 alana 1 bedavalar, "best buy", gitti gidiyor, sahibinden.com gibi internet siteleri öncelikli tercih olmuş durumda. Tüketici pazarla ilgili bilgilere o kadar çabuk, kolay ve karşılaştırmalı bir şekilde ulaşıyor ki hem tüketicinin pazarlık gücü artıyor hem de bir mala değerinden fazla para vermek hatasına çok az düşüyor.

Bu böyle olunca “Buzz Marketing“ in yapısı da değişmeye başladı. Hala kalite deyince akla marka gelse de, kişilerin birbirlerine aktardıkları bilgiler yeni çıkan markalarla ya da olan markaların özellikleriyle ilgili değil, daha çok nerede nasıl bir indirim olduğuna dair. Pazarlamanın 4 P si varken bunu bir dönem 7’ye çıkardılar. Şimdi baktığımda, aralarında en baskın olanın “Fiyat” olmasıyla birlikle biraz abartarak diyebiliriz ki sadece 3 P ön plana çıkmış durumda. Hangi ürünün hangi fiyata ve nerde satıldığı tüketici için yeterli olabiliyor.

Gösterişin de anlamı değişmeye başladı. Markalaşmaktan ziyade farklılaşmak için insanlar çabalar oldu. Ve farklılaşmak için de markalanmanın geçersiz olduğunu fark etmeye başladırlar. Örneğin herkeste olan kocaman bir gözlük markası yerine insanlar daha değişik, renkli gözlükler takmaya başladılar özellikle “vintage” gözlükler çok revaçta. Ya da, klasik bir giyim tarzından ziyade (marka ayakkabı, marka çanta, marka saat), etek altına tayt, değişik bir saç bandı, elbisenin üstünden bağlanan yemyeşil bir kemer, kocaman hasır bir çanta ve hasır bir şapka daha çok tercih edilir durumda. Hatta her tarafı baştan sona marka olan bir insan, ya da parmağındaki yüzüğü ve kocaman saati karşısındakinin gözüne sokmaya çalışır gibi davranan biri hem küçümsenmeye başlandı hem de tercih edilmemeye. Çünkü kimse vakit geçirmek için bir marka budalasını tercih etmez kendisi de bir marka budalası olmadıkça. Aynı zamanda, kişi, meşhur olmasından ve tüm dergilerde çıkmasındansa yöresel, farklı, kendisinin keşfettiği ya da çok az kişi tarafından bilinen bir restaurant’a gittiği için gururlanabiliyor ve yanındaki arkadaşına “seni öyle bir yere götüreceğim ki, daha önce böyle yöresel değişik bir yerde yemedin” diyebiliyor.

Böyle bir gözleme siz ne dersiniz bilemiyorum. Tabi ki de kalitenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ve bu kalite markadan geliyorsa başımın üstünde yeri var. Aynı şekilde dünyanın bir numaraları Google, Apple, Microsoft gibi markalara saygım beni aştı. Çünkü dünyadaki teknolojik yapıya ve gelişime yön veren, markalar bunlar. Artık doktorlar dışında, keşifler yapan bilim adamları yerine markaların Ür-Ge, Ar-Ge Departmanları var. Bir kadın olarak reddedemeyeceğim bir şey var ki bir tane son moda marka çanta edinmek o gün için insanı mutlu edebiliyor. İnsan kendini güçlü hissedebiliyor. Fakat markayla var olan insanların süresini doldurmuş bir balon gibi söndüğünü görmek de bazen haz veriyor. Kişi için markayla farklılaşma mümkün mü? Hobi edinmek çok daha hedefe uygun bence.