Üç ülkenin adaylıkları etrafında geçen ilk tur oylaması sonucu Fransa ile Türkiye bir sonraki tura kaldılar. Aslında iki ülke basını da bu finalin yaşanacağını önceden tahmin ediyordu. 13 oyun dağıldığı son turda ise Fransa 1 oy farkla 7-6 üstünlük kurarak 3. kez aday olan Türkiye’yi eledi ve Euro 2016’ya ev sahipliği yapma hakkı kazandı.
Platini, üzerinde Fransa’nın isminin yazılı olduğu kartona, seyircilere doğru çevirmeden şöyle bir baktı, yüzü pek renk vermedi -sanki kendine yöneltilecek suçlamaların sıkıntısını daha o anda yaşamaya başlamıştı.
Bu organizasyon etrafında bir kez daha hüsrana uğrayan Türkiye’den tepki gecikmedi. Platini Türk basını tarafından sıkıştırıldı, biraz da bunaltıldı. Şenes Erzik televizyona biraz da fevri bir açıklama yaptı: “Bu sonuç Platini için iyi olmadı”.
İşin duygusal kısmı: hepimiz kazanalım istedik. Fakat bu oylamanın sonucunun bize haksızlık olduğunu söylemek ne kadar doğru olabilir? Seçim sonrası röportajlarda Şenes Erzik’in değişik bir açıklaması var: “6 oy alacağımızı hesaplamıştık”.
Bütün süreci derinlemesine irdelemek sanırım pek mümkün değil benim için çünkü ekibin çalışmalarının ne kadar detaylı ve yoğun olduğu konusunda pek bir fikrim yok. Ama dışarıdan bir televizyon izleyicisi olarak söylemeliyim, Türk vatandaşı olmasam, sadece yapılan sunumları izleyerek bir karar vermem gerekse oyumu Fransa’dan yana kullanırdım.
Türkiye Futbol Federasyonu sezon boyunca yaşanan her tartışma sonrası futbolun bir şov, bir gösteri, bir eğlence olduğunu söylüyor. Bu çerçevede üstlerine düşen sanırım bu sunum sırasında da ufak çaplı bir şov yapmaktı. Türkiye’nin hazırladığı video’nun kahramanı ‘Barış’ adında bir çocuk. Barış videoda komşularının kapısını çalarak Türkiye’yi tanıtıyor. Bu biraz da “Avrupa’nın komşusu olan Türkiye hakkında fazla bir bilgi sahibi olmaması” na ithafen kurgulanmış çok güzel bir mesaj. Barış daha sonra başlıklar altında, gayet kapsamlı bir şekilde Türkiye’den bahsediyor. Açıkçası video gayet güzel, mesajlar güzel, sadece bir sahnede bir grup çocuğun “Euro 2016’yı lütfen bize verin” şeklinde şarkı söylemesine bence gerek yoktu. Ama bize eksi puan getirecek bir hareket değil.
Bu arada Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener geliyor sahneye. Bir konuşma yapacak. Heyecanla bekliyoruz, neler söyleyecek, ne mesaj verecek!?
Başlıyor konuşmasına. Dakika 1 gol 1: Metin ingilizce. Bizim anadilimiz Türkçe. Salon’daki herkeste simültane tercümanların yayınlarının yapıldığı kulaklıklar var. Bu büyük bir risk, zira Mahmut Özgener’in ingilizcesi çok iyi değil. İyi olmayabilir, doğal. O şekilde yapacağı konuşma için iyi ingilizce bilenler ile iyi çalışmış olması gerekiyor, yani metindeki vurguları çok iyi çalışmış olması lazım. Ve konuşmaya başlıyor... Maalesef etkileyici bir konuşma değil, gözleri sürekli önündeki not kağıdında, başı pek kalkmıyor. Ses tonu ise boğuk, birşeyler söyleyeme çalışıyor, ama öyle bir havası var ki, sanki az önce gelen kötü bir haberi anons ediyormuş gibi.
Nitekim Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül de aynı tonda. Anlamıyorum, heyecan mı var? Olmaması lazım, yoktur heralde. Vurgular hep yanlış yerlerde. Topluluklar önünde konuşma yapmaya alışık bu iki insanın bu çerçevede tek bir zafiyeti olabilir: Metin anadilleri olan Türkçe değil, İngilizce!
Bir ara Başbakan Sayın Erdoğan’ın videosu girdi yayına ki, o an sanırım metin dilinin İngilizce oluşunun herkes ne derece yanlış bir karar olduğunu anladı. Sayın Erdoğan Türkçe yaptı konuşmasını.
Fransa’nın sunumuna değineceksek eğer, çok da detaylandırmak istemiyorum ama ekipçe küçük bir tiyatro oynadılar. Ufak çaplı bir gösteri oldu. Sahneye çıkan küçük çocuğun mimikleri, el hareketleri, konuşması, vurguları, akıcılığı… Belki Fransızca bilenler daha da etkilendiler bu küçük tiyatro oyunundan.
Cumartesi sabahı yazılı basın yine öfkeli: Suçlu Platini! Türkiye yine oyuna geldi, Avrupa zaten Türkiye’yi sevmiyor, önyargılı, ırkçı ve huysuz (!).
Şenes Erzik’e lobi yapmadı diye kızarken, Platini’ye yaptı diye kızıyoruz... 920 milyon Euro değerinde devlet garantisi verirken, 13 oyun 7’sini alamıyoruz... Başarısız olduğumuz her alanda genelde karşı tarafı suçluyoruz...
Bu kadar “biz” odaklı olmamak gerek.
by Emir ÖZERDEM